Şimdiki nesil pek bilmez ama orta yaş ve üstü kesimin en azından ilkokul yılları onunla geçmiştir. Yazmayı yeni yeni öğrenmeye başladığımız zamanlardan "Ben artık büyüdüm, uçlu kalem alalım" dediğimiz güne kadar geçen süreçte her çocuğun parmak uçlarına dokunmuştur kurşun kalem. Tabi kurşun kalem biraz kullanıldığında özüne dönme hevesi içinde olduğundan onu dinç tutmaya çalışan bir kalemtraşa ihtiyaç duyar. İkisi bir araya geldiğinde kalemin ucu iyice sivrilmiş, yazıları daha güzel hale getirecek kalem ortaya çıkmıştır.
Real Madrid-Barcelona rekabeti bir kurşun kalem ve kalemtraş ilişkisini andırır. 2000'ler başında Real, Los Galacticos'u oluşturduğunda gölgede kalan Katalanlar, çareyi alt yapıda aramış ve çok uzun yıllar fayda sağlayacağı kadronun temellerini orada atmıştı. Frank Rijkaard'ın teknik adamlığında çok farklı bir kimliğe bürünen takım, Ronaldinho'nun sihirli ayakları sayesinde Real'in milyar euro'luk yıldızlarına diz çöktürmüştü. Hollandalı çalıştırıcı gelmeden önce körelmeye başlayan ve Real hakimiyetine giren rekabet, O'nun kurduğu yapıyı çok daha üst seviyeye çıkartan Guardiola ile birlikte sivrilirken, Real'in başına geçen Jose Mourinho'nun dahiyane savunma taktikleriyle olabilecek en uç noktaya ulaştı. Tabi ki iki başarılı hocanın elinde dönemin en iyi kalemlerinin olması onları avantajlı kılıyordu.
1998 yılında Xavi'nin A takıma çıkmasıyla ilk tohumu atılan "Barcelona'nın Altın Jenerasyonu" sırasıyla Puyol, Valdes ve Iniesta'nın katılımıyla kadronun nüvesini oluşturdu. Bu dört isim aslında kötü bir Barcelona yapısının içine girmişlerdi. Zira iki yıl üst üste gelen şampiyonluğun ardından zirveyi Deportivo'ya teslim eden Barcelona'da fatura teknik direktör Van Gaal'e kesilmiş ama yerine gelen Ferrer ve Rexach ile gidişat daha da kötüye yönelmişti. Takımdaki eskilerin veriminin düştüğü, büyük umutlarla gelen Riquelme, Quaresma, Rochemback, Geovanni gibi isimlerin yeterli seviyeye çıkamadığı bu kötü dönemde acemilik günlerini atlatan bu dörtlüye Messi'nin katılımı ve Rijkaard önderliğindeki nokta atışı transferlerle tarihin en parlak günlerine ilk girişini yapıyordu Katalan ekibi. Kendisi de La Masia altyapısının bir ürünü olan Pep Guardiola eline geçen bu madeni sanat eserine dönüştürdü. Hatta aslında Rijkaard'ın bıraktığı Barcelona kadrosu da bir sanat eseriydi desek yanılmayız ama sorun haline gelmeye başlayan bazı parçaları ayırma cesareti gösteren Pep aldığı bu riskin karşılığını elit teknik direktör seviyesine çıkarak gördü.
2000'lerin başıyla birlikte "Her sene en az 1 süperstar" politikasını benimseyen ancak buna rağmen hayal ettiği kupaları kazanamayan Real Madrid'i Rijkaard'ın genç, dinamik ve estetik kadrosu alaşağı ettikten sonra birkaç yıl başarısız hamleler yapan eflatun-beyazlılar ardından yaptığı Cristiano Ronaldo transferiyle yeni bir dönemi başlatıyordu. Ronaldo ile birlikte alınan Kaka beklentileri karşılayamazken, Benzema takımın vazgeçilmezleri arasına girdi. Ancak bu önemli isimlere rağmen Barcelona fırtınasını dindiremeyen Real'in imdadına Jose Mourinho yetişti. Önceliğini bu iki takımın karşılaştığı maçlara veren Portekizli teknik adam ilk denemesinde 5-0'la tokat yemesine aldırış etmeden, daha sonra sertleştirdiği savunma önlemleriyle hem El Classico hem de La Liga'daki Barcelona hegemonyasına bir süreliğine de olsa son verdi.
İşte rekabetin en keskin günlerinin yaşandığı, iki takımın en uç seviyede kadro gücüne ulaştığı o günlerden sonra rekabetin seviyesi Guardiola'nın ve Mourinho'nun ayrılmasıyla önce plato evresine, Ronaldo'nun Juventus transferiyle iniş eğilimine geçti. Öyle ki bu hafta sonu oynanacak El Classico'nun daha önce bu kadar negatif bir atmosferde beklendiğine şahit olmamıştık. Her sene bir öncekinden daha kötü yönetilen Barcelona'da 8-2'lik Bayern hezimetinin yaraları sarılamadan Messi krizi patlak vermiş ve Arjantinli yıldız üstelik de basın önünde ayrılık isteğini üstüne basa basa dile getirmişti. Bu duruma rağmen bir şekilde takımda tutulan Messi'nin en iyi anlaştığı Suarez'in gönderilmesi ve üstüne transfer yapılmamasıyla yönetimin ne planladığı merak konusu. Messi'nin kariyerinin en parlak istatistiğine ulaştığı 2011-12 sezonundaki en uç pozisyondaki rolüne dönmesi taraftarı umutlandırsa da istenileni veremeyen Griezmann, Coutinho, Dembele gibi yancılarıyla ne kadar katkı sağlayabilir soru işareti. Nitekim ligde şu ana kadar ölçü olabilecek Sevilla ve Getafe maçlarında tat vermeyen takımın zirve yarışında olmaması bile sürpriz sayılmaz. Tabi bunca olumsuz tablonun içinde iyi şeyleri de görmezden gelmemek lazım. Geçtiğimiz sezon yükseldiği A takımda henüz çocuk denecek yaşta olmasına karşın adından söz ettirebilen ve bu sezonun şu ana kadarki kısımda Keoman'ın güvenini boşa çıkarmayan Ansu Fati gelecek adına en umut verici oyuncu durumunda. Yavaş yavaş Pedri'yi de takıma ısındıran Hollandalı teknik adam, yönetimin transferdeki hareketsiz hali nedeniyle biraz zorunluluktan da olsa geleceğin takımını inşa etme yolunda adımlar atıyor. 5-1'lik Ferencvaros galibiyetinden ziyade maç sonrası açıklanan 4 oyuncuyla yapılan yeni sözleşmelerdi hafta arasında gündemi meşgul eden. Maaşlarda yapılan indirimlerle birlikte Pique, Ter Stegen, Lenglet ve De Jong en az 4 yıl daha kulüp çatısı altında kalmayı kabul etti. Çok değil 2 ay önce sekiz gol yemiş bir takımın hepsi defansif olan bu oyuncularla nikah tazelemesi ne derece doğru oldu onu zaman gösterecek.
Öte yandan geçen sezon gelen şampiyonluk, salgının da etkisiyle herhalde ihtişamlı Real Madrid tarihinin en sönük şampiyonluklarından birine sahne oldu. 3 sene üst üste devler arenasında zirveye taşıdığı takımını devraldıktan bir süre sonra La Liga'da mutlu sona ulaştıran Zidane bu başarıya rağmen eleştirildi, tartışıldı. Oynadığı oyun çoğu zaman keyif vermekten uzak olan Real, sürekli 100 ve üstü golle bitirdiği sezonların ardından artık hücum kabızlığı çeken bir takıma dönüşmüş durumda. Öyle ki özellikle evindeki maçları ilk yarım saatte bitiren takımdan şimdi 90 dakikada zar zor 1 gol sıkıştırıp, üstüne yatma planları yapan sıkıcı bir yapıya bürünmüş durumdalar. Eskimeye yüz tutmuş ve doygunluğa ulaşmış bu kadroyu yenilememelerinin de etkisi fazla. Ronaldo, Kaka, Benzema'yı aynı dönemde getiren Perez şimdi hiç transfer yapmadan sezona başlayan bir başkana dönüşmüş durumda. Ligde Cadiz yenilgisinin ardından 10 eksikle Madrid'e gelen Shaktar'a ağır bir şekilde yenilen takımda çanlar Zidane için çalıyor. Grupta Inter ve Mönchengladbach'ın da olduğunu düşünürsek ilk maçını evinde kaybetmiş bir Real Madrid gruptan çıkamama tehlikesini muhtemelen son haftaya kadar hissedecektir. Her şeyin kötü gittiği bir dönemde Barcelona deplasmanına çıkmak en son isteyecekleri şeydi ama rakibinin de formundan uzak oluşu bu durumu bir nebze olsun törpüleyecektir. Barcelona'daki Ansu Fati'nin durumuna benzer şekilde onlar da Vinicius'tan katkı alıyorlar daha çok ama zamanında iyi bir bonservis ödediklerini düşünürsek Fati'nin getirisi daha fazla elbette. Barcelona'nın Coutinho'dan verim alamaması gibi Real'in de Hazard sorunu var ki sakatlık nedeniyle henüz forma giyemeyen oyuncuya harcanan paraların geri dönüşü olamayacak yaşı düşünüldüğünde. Premier Lig ile arasında son yıllarda açılan cazibe farkını o ligden oyuncu transfer ederek kapatmak istiyor iki dev kulüp ama 11 yıl önce gelen CR7 gibi bir nokta atışı yapamadılar çoğu kez. Bu da günden güne kadro kalitelerinin azalmasına, seyircinin kaçmasına sebebiyet verdi hiç kuşkusuz.
En sivri halinden oldukça uzakta, epeydir açılmamış ve bu nedenle odunlaşmaya yüz tutmuş kurşun kalemler gibi kalemtraş çözümlere muhtaç olan iki takım kozlarını paylaşacak yine de. Uzunca yıllar dünya üzerinde en çok izlenen, reytingleri tavana vuran bu rekabette yeni bir sayfa bu hafta sonu açılacak. Ancak gerek iki takımın içinde bulunduğu buhranlı dönem, gerek maçın seyircisiz oluşu, gerekse başlangıç saati olan Cumartesi 17:00'nin tüm dünyada en yoğun fikstür zamanına ait olması nedeniyle bu maç görünen o ki naklen yayın kuruluşlarını ihya edemeyecek. Reytingleri en düşük seviyede kalacak bir El Clasico bizi bekliyor diyebiliriz. Geçen hafta iki takım da sahadan mağlubiyetle ayrılırken 17 senelik bir serinin de son bulmasına neden olmuşlardı. Zira 17 senedir derbi öncesi en azından bir takım sahadan puanla ayrılır ve maça daha moralli hazırlanırdı. Şimdi ise moraller dip yapmış, umutlar azalmış durumda. İki takımın da "Önce yenilmeyeyim" mantığıyla hareket edeceği sıkıcı bir maç izlememiz olası ama yine de sahaya çıkacak milyar euroluk ayaklar bizi ters köşeye yatırıp, heyecanlandırabilir. İspanya'da yayınlanıp daha sonra tüm dünyaya yayılan ve heyecanlı bölümleriyle El Clasico'dan sonra en çok izleyici çeken İspanyol yapımı dizilerden La Casa de Papel, Narcos, Elite ya da Visa a Vis tadında bir maç olması dileğiyle.
Yorumlar
Yorum Gönder