Takvim yaprakları 2011 yılının ekim ayını gösterirken sahip olduğu Arap sermayesiyle güçlü bir kadro kurup uzun yıllar sonra Manchester derbisine iddialı çıkan City, Manchester United'ı hem de Old Trafford'da 6-1 mağlup ediyordu. Kariyeri hep başarı hikayeleriyle dolu olan, Kırmızı Şeytanlar'a yaşatmadık zafer bırakmayan Alex Ferguson bile bu hezimete engel olamamıştı. O yenilgi ve rakibine nazaran daha kısıtlı bir kadroya sahip olmalarına rağmen ayağa kalkmayı bildi Ferguson'ın talebeleri. Son haftadaki Q.P.R. maçının son anlarında o mucize iki gol gelmese sezonu yine şampiyon tamamlayacaktı Manchester United ama futbolun melekleri mavi tarafın yanındaydı bu kez. Hiç kuşkusuz 8 averajla kaptırılan bu şampiyonlukta 6-1'lik yenilgi ana faktördü. Bu yenilgiden çıkan dersler ertesi sezona yansıdı ve rahat bir Premier Lig şampiyonluğu kazanıldı Ferguson'ın son dansında.
Bu sezonun başına döndüğümüzde ise yine Old Trafford'un skorbordunda 1-6 yazısı gördü futbolseverler. Tottenham karşısında maçın her anında ezilen bir Manchester United vardı sahada. Ancak 9 yıl önceki skora bakıp da şaşıran sayısıyla kıyaslarsak bu kez muhtemelen yarı yarıya daha azdı. Zira Manchester United geçen süre zarfında öyle kötü bir yönetim anlayışıyla yönetildi, öyle kötü sezonlar geçirdi ki işin buralara gelmesi sürpriz olmadı desek yanılmayız. Ferguson sonrası özellikle Louis Van Gaal ve Jose Mourinho dönemlerinde yapılan hatalı transferlerin etkileri aradan geçen uzun süreye rağmen hissedilmeye devam ediyor. Öyle ki bonservis ve maaş için harcanan ücretler milyar euro bandını aşmasına karşın elde ettiği tek bir Premier Lig şampiyonluğu yok Kırmızı Şeytanların. 27 yıllık Ferguson hanedanlığında adeta altın günlerini yaşayan kulüp şampiyonluk içinde yüzerken, küçük farklarla bile kaçırılan lig şampiyonlukları başarısızlık olarak nitelendiriliyordu. Şampiyonlar Ligi'nde oynamama gibi bir ihtimali düşünülmezdi ve adı her zaman seribaşı takımlar arasında yer alırdı kırmızı-beyazlılar'ın. Şimdilerde şampiyon olamadığı gibi Şampiyonlar Ligi'ne kalabilmek için bile ecel terleri döken, kimi zaman UEFA Avrupa Ligi'nde izlediğimiz bir takım var. Nitekim Sir sonrası tek kupa da 2017'de kazanılan UEFA kupası olabildi.
Van Nistelrooy, Andy Cole, Eric Cantona, Wayne Rooney, Dwight Yorke, Zlatan Ibrahimovic... Manchester United ileri ucunda son 25 yıl bu kalitede oyuncular izledik. Bu isimlerin bir alt sınıfında yer alan pek çok isim de geldi ve iyi kötü katkı sağladı ünlü İngiliz takımına. Ancak geçen sezon Lukaku'yu Inter'e gönderdikten sonra elinde gerçek manada bir santrafor oyuncusu kalmayan Manchester United, bunun eksikliğini ağır bir şekilde hissetmesine rağmen bütün yazı forvet transferi yapmadan geçirmekte bir sakınca görmedi. Transferin son saatlerinde yapılan Edinson Cavani hamlesi ile bu eksik giderilmiş gibi gözükse de muhtemelen taraftarların beklentisi daha yüksekti. Yine de son iki sezonu sürekli sakatlık sorunlarıyla geçirmiş, pandemi nedeniyle yarıda bırakılan Fransa Ligi'nde son maçına şubat ayında çıktıktan sonra 8 ay maç temposundan uzak kalmış, 35 yaşındaki Cavaniʼden yavaş yavaş istediği katkıyı alıyor Ole Gunnar Solskjaer. Tabi ki kıyaslama yapmak gerekirse eski partneri Zlatan Ibrahimovic'in United günlerindeki performansından uzak Uruguaylı santrafor. Bunda Cavani gibi bir ismin Premier Lig'e 35'inden sonra gelmesinin de etkisi var. Kendisi için çocuk oyuncağı olan PSG'li Fransa Ligue 1'de o kadar süre geçirmek yerine Premier Lig'e bir şekilde kapağı atabilse eminiz hem kendisi hem de futbolseverler adına daha özel günler yaşanabilirdi. Son haftalarda aldığı süre de artan Cavani tecrübesiyle United'ı yarışta tutmaya çalışıyor. Geçtiğimiz yıl bu zamanlar takıma katılan ve tabiri caizse "cuk" oturan Bruno Fernandes ise bambaşka bir çehreye büründürdüğü hücum hattında Rashford, Martial, Greenwood gibi isimlerin de olduğunu düşününce United taraftarı heyecanlanmıyor değil.
Ön bölgeyi soru işaretleriyle olsa da şekillendiren United için esas sorun bir türlü istikrarın yakalanamadığı savunma hattında. Yıllardır deneme yanılma yöntemiyle geri dörtlü için bir çok isim transfer edilse de çoğu kez karavana atıldı. Liverpool'un Van Dijk hamlesine benzer şekilde çok yüksek meblağlara alınan Harry Maguire beklenen katkıyı yapamazken, bir türlü gelişim gösteremeyen Lindelöf- Bailly ikilisi takımın zayıf karnı olmayı bu sene de sürdürüyor. Geride kalan 19 haftada 25 gol yiyen bir takım var ama buna rağmen ne yaz ne de kış transfer döneminde savunmaya bir transfer yapılmadı. Gerçi yenilen 25 golün 11'inin ilk üç haftada yendiğini düşünürsek sonraki maçlarda 1 ortalamadan az gole izin veren savunmayı başarılı addedebiliriz. Nitekim 6-1'lik Tottenham maçında öyle garip bir gol yediler ki komik videolar arasında yer alacak cinstendi. Geçen yaz takıma katıldıktan sonra yıllardır süren sağ bek arayışına son veren Wan-Bissaka bile kötü bir başlangıç yaptı yeni sezona. Ancak potansiyelli bir oyuncu olduğu için zaman içinde tekrar toparladı. Yıllardır kanayan başka bir yara olan sol bek mevkisi için de Alex Telles hamlesi yapıldı. Galatasaray'da adını duyurduktan sonra Porto'da yıldızlaşan Telles için Premier Lig biraz ağır geldi desek yeridir. Uyum sorunu yaşadığı gözlenen Brezilyalı sol bek, hatalarıyla saç baş yolduran Luke Shaw'dan bile formayı kapamadı. Sakatlık ve covid-19'u üst üste yaşayarak sezona şanssız giren Telles oynadığı maçlarda güven vermeyince kendini kulübede buldu,
Geldiği günden beri kafasını futbola veremeyen Pogba'nın sezonun ortalarından itibaren biraz olsun olaya kanalize olması sayesinde orta sahadaki pas kalitesi de arttı. McTominay, Fred, Matic ve henüz Ajax günlerini aratsa da Van de Beek gibi bir orta alan rotasyonuna sahip olması Ole'nin şansı ama daha önce de kadroda olan bu oyunculardan verim alınmasında genç teknik adamın payı yadsınamaz.
Ligin ilk haftalarındaki liderlikleri saymazsak son şampiyonluğun ardından ilk kez liderlik koltuğuna oturan takımın çoğu kişiye göre şampiyonluk şansı yine de az. Ancak ilk yarısını tamamladığımız bir ortamda herhalde çoğu fanatik taraftarlar bile şu anki tabloyu tahmin etmiyorlardı. Altıncı hafta bittiğinde uzun yıllar sonra Arsenal'e evinde yenilen takım sadece 7 puan toplayabilmiş ve 4 iç saha maçından galibiyet çıkaramamıştı. Favori olarak gitmedikleri Everton deplasmanında gelen galibiyetle başlayan süreçte zor da olsa alınan üç puanlar özgüvenini kaybetmiş bir kulübü yeniden heyecanlandırdı. Dile kolay tam 6 kez deplasmanda ilk golü yemesine aldırış etmeden maç sonunda tabelada üstün taraf olmayı başaran Solskjaer'in öğrencileri artık skor ne olursa olsun kazanma ümidini kaybetmiyor. Nitekim son şampiyon Liverpool karşısında da deplasmanda oynamalarına rağmen galibiyeti kaçıran taraftı Kırmızı Şeytanlar. Son yıllarda ezeli rakiplerine karşı özellikle dış saha maçlarında pasif kalan ve kazanamayan United belki yine kazanamadı ama alınan 1 puandan ziyade kaçan 2 puan ilerisi için umut ışığı oldu.
Başakşehir'in de yer aldığı Şampiyonlar Ligi grubunda Paris Saint Germain ve Leipzig ile mücadele edecekler ki bu zorlu gruptan çıkılamayacağına inanan taraftar sayısı azımsanmayacak kadar fazla. Çok değil daha 1,5 ay kadar önce Şampiyonlar Ligi yarı finalinde karşılaşan iki takım an itibariyle Manchester United önünde daha güçlü gibi duruyor ama 6 maçlık bir maratonda en azından kulüp kültürüyle ilk 2ye girebilecek bir performans görebiliriz. Tabi zamanında çok daha fazlasını yaşamaya alışmış bir kulüp olduklarını düşünürsek çeyrek finalden ötesini göremeyen bir Manchester United taraftarı tatmin olmayacaktır. Lig üçüncülüğü, Şampiyonlar Liginde çeyrek final, federasyon ya da Lig Kupası'ndan birinde şampiyonluk başarılı sayılabilir. Bunun üstüne çıkabilmeleri bu karamsar tabloda zor gözükse de Tottenham'a hayal edemeyeceği başarılar kazandıran Pochettino ile her şeye hazırlıklı olmakta yarar var. En azından daha göze hoş gelen bir futbol, geleceğe umutla baktıran bir takım görmek Manchester United taraftarının beklentisi. 9 yıl önceki 6-1lik hezimetin altından kalkan ve ertesi sezon şampiyon olan takıma benzer bir silkinme.
Yorumlar
Yorum Gönder