Hayatın içinde insanı o anlık mutlu edecek küçük sürprizler vardır. Örneğin, son anonsu yapılan bir uçağa koşarak yetiştiğinizi ya da yapılan bir çekilişte kazanan son talihlinin siz olduğunu düşünün. Yaşadığınız sevinç size dünyayı kısa süre de olsa top pembe gösterecektir. Peki ya girdiğiniz seçimi 1 oy farkla kazanmak nasıl bir histir. Üstelik de kazanılan ünvan Fenerbahçe Spor Kulübü başkanlığıysa. Bir asrı deviren Türk futbolunda sadece Fenerbahçe özelinde değil dört büyük kulübün düzenlediği başkanlık seçimlerinde eşine rastlanmayan bu olay 1998'de Aziz Yıldırım'a nasip oldu. O günlerde yarıştığı Vefa Küçük ve Ömer Çavuşoğlu'na nazaran daha az tanınan Aziz Yıldırım, uzunca süre düşmeyeceği futbol gündemine tek 1 oy farkla, tabiri caizse "Son Anda" girmişti. Hem de seçimi kazandıktan birkaç saat sonra ezeli rakibi Galatasaray'ın stadından liderlikle dönen takımın başkanı olarak. Kimbilir belki o gün sandığa kendisi için giden üyelerden sadece biri zarftaki renkleri karıştırıp yanlışlıkla Vefa Küçük'e oy verse Aziz Yıldırım bir daha aday olmayıp Türk futbol tarihindeki 20 yıllık bir kırılmaya neden olacaktı. Başkanı son anda küçük bir farkla belli olan kulübün kaderi de benzer şekilde devam etti. Zira Aziz Yıldırım başkanlığındaki Fenerbahçe, genellikle son anda kılpayı farkla kaybeden ve bunların çoğunda Galatasaray'ın gerisinde kalan bir takıma dönüşecekti. 20 yıl boyunca gecesini gündüzüne katan Aziz Başkan'ına rağmen.
2 Kasım 1952 tarihinde Diyarbakır'ın Ergani ilçesinde Yıldırım ailesinin üç oğlundan ilki olarak dünyaya gelir Aziz Bey. Öğretmen olan babasının tayini nedeniyle çocukluğu ve gençliği Düzce'de geçtiği için futbola olan ilgisi de burada başlar. Futbolculuk günleri profesyonel seviyeye çıkamaz belki ama Topuk Yaylası'na tesis yaptırması örneğinde görülebileceği gibi Düzce'ye olan katkıları uzun yıllar devam edecektir.
Türk futbolunda tesisleşme konusu denilince akla ilk gelen isimlerden birisi hiç kuşkusuz Aziz Yıldırım. Bunun temellerini Ankara Üniversitesi İnşaat Mühendisliği bölümünde attıktan sonra giriş yaptığı iş hayatında kurduğu şirketlerle adını geniş çevrelere duyurmayı başardı. Elde ettiği itibarla taraftarı olduğu kulübüne üye olduktan kısa süre sonra Metin Aşık tarafından yönetime alınarak başkanlığa giden yolu yarılamış oldu. Doksanların başına damga vuran Tanju Çolak'ın Galatasaray'dan transfer edilmesi sürecinin mimarı olan dönemin futbol şube sorumlusu, gelecekte başkan olarak yapacağı sansasyonel transferlerin fragmanını sunmuştu adeta.
Sarı-lacivertli camianın başına geçtiğinde sakin tavırlı ve ağırbaşlı bir imaj sergilemiş, yerine geldiği Ali Şen döneminin havalı Fenerbahçe'sine nazaran daha barışçıl ortam oluşturacağı hissi uyandırmıştı. Ancak belki de şartlar onu agresifleştirmiş, kısa sürede otoriter bir figüre dönüşüvermişti. Tanju transferine benzer bir şekilde önce Beşiktaş efsanesi Sergen Yalçın'a daha sonra Trabzonspor'un simge isimleri Ogün ve Abdullah'a da imza attıran Yıldırım yönetimi, kendi dönemlerinde sloganlaşacak o meşhur sözün ilk emarelerini veriyorlardı: "Bir Gün Herkes Fenerbahçeli Olacak".
Bursaspor'dan alındıktan sonra Fenerbahçe'de yıldızlaşıp Real Madrid'e astronomik bir bedelle gönderilen Elvir Baliç, Yıldırım'ın ihraç edeceği ilk ürünüydü. Aynı yıl takımın başına Joachim Löw gibi daha sonra Alman milli takımını başarıdan başarıya koşturacak bir ismi getirmesi yenilikçi kimliğini ortaya koyuyordu. Ancak bu hamleler yeterli gelmiyor ve başkanlığının ilk yıllarında hüsrana uğruyordu sarı-laciverte gönül verenler. Bir kısmı kendi cebinden olmak üzere yüklü miktarda harcadığı paralara karşın kupalar, tarihinin altın çağını yaşayan sarı-kırmızılı ekibin müzesine gidiyordu. Hele bir de Pendikspor ve MTK Budapeşte gibi takımlara alınan yenilgiler vardı ki camianın boynunu büküyordu.
2000 yılının ortalarından itibaren bir silkinme içine girmişti Fenerbahçe. Kadroda revizyona gidip bolca transfer yapan takımda bu kez kimya tutmuş ve nihayet kötü gidişe dur denmişti. Mustafa Denizli önderliğinde kazanılan şampiyonluk Aziz Yıldırım'ın ilk zaferi olarak kayıtlara geçerken Galatasaray'ın serisine son verilmişti. İç sahada oynadığı tüm maçlarını kazanan Fenerbahçe "Burası Kadıköy Buradan Çıkış Yok" dedirmeye başlamıştı. Tabi bunu yaparken kısım kısım yıkılarak modern hale getirilen Şükrü Saraçoğlu atmosferinin etkisi fazlaydı. Tribünler sahaya yaklaştırılıyor, rakipleri daha fazla baskı altına alabilen taraftar ortamı yaratılıyordu. Yenileme aşamasında her sezon 1 adet tribününü feda etmek zorunda kalan kulüp, inşaat tam olarak tamamlandığında hem sahada hem kasada rakiplerine fark atar hale geliyordu. Öyle ki ezeli rakip Galatasaray başta olmak üzere pek çok takım için artık bir kabus haline gelmişti Kadıköy'de sahaya çıkmak. 20 yıl sürecek olan iç sahada kaybetmeme serisinin ilk halkalarında öyle bir maç vardı ki derbi tarihinde silinemeyecek hatıralar bıraktı. 6-0'lık Fenerbahçe galibiyetiyle birlikte şampiyonluksuz geçen yılların bile tesellisi sağlanmıştı.
Dedik ya sahanın dışında kasada da kazanıyordu Fenerbahçe diye bunun en büyük sebebi Aziz Yıldırım'ın uyguladığı ekonomik politikalardı. Her maçını 50 bin seyirciye oynayan takım, bunun yanı sıra o zamanlarda Türkiye'de henüz yerleşmemiş forma kültürünü geliştiriyordu. Sadece resmi kulüp ürünlerinin satıldığı bir pazarlama stratejisi oluşturuyor ve "Fenerium" adı verilen mağazalar zinciriyle birlikte gelir üstüne gelir elde ediliyordu.
Ligin marka değerini arttırmaya yönelik adımlar yine Aziz Yıldırım yönetimindeki Fenerbahçe'den geliyordu. Naklen yayın ihalesinde kazanılan paralar yıldan yıla artarken, yabancı sınırının genişletilmesi için en çok çaba sarf eden yine Fenerbahçe yönetimi olmuştu. Daha fazla yabancı hakkı daha fazla yıldızın Türkiye'ye gelmesine olanak sağladığı için her sezon farklı bir dünya yıldızına sarı-lacivertli forma giydiriliyordu. Kimler gelmedi ki bu süreçte. Önce Arjantinli süper star Ariel Ortega, ertesi yıl Hollandalı Pierre Van Hooijdonk. Ortega uyum sorunu yaşarken, Van Hooijdonk ilerlemiş yaşına rağmen herkesi kendisine hayran bıraktı. Alex de Souza geldi ki taraflı tarafsız herkese "Keşke hiç gitmese" dedirtecek o muazzam kariyeri sundu pek çok rakip taraftarı mutsuz edecek performanslar sergilediği halde. Nicolas Anelka gibi dünya devlerinin formasını terletmiş bir yıldız prime dönemini Kadıköy'de geçirmekten gocunmadı. Futbol tarihinin tartışmasız en büyük sol beki Roberto Carlos 2,5 yılını Türk halkıyla geçirdikten sonra teknik adamlığa Anadolu'da start verdi. Daha isimlerini sayamayacağımız pek çok şöhretli isim Aziz Yıldırım'ın açtığı yolda Fenerbahçe ve Türk futbolunun marka değerini zirveye çıkardı. Zengin iş adamları, büyük cirolu firmalar Türk sporuna reklam vermeye, sponsor olmaya başlamıştı.
2003-2006 arası dönemde rakipleriyle makası her anlamda açmaya başlayan Fenerbahçe, Daum önderliğinde üst üste 2 şampiyonluk kazanmış, Galatasaray'ın 100. yıl hevesini kursağında bırakmıştı. Hem de derbiyi kazanarak şampiyonluk turunu seyircisinin önünde atıyordu. Ertesi yıl ise bu kez roller değişiyor tarihin en çekişmeli geçen zirve yarışlarından birinde kazanan burun farkıyla Galatasaray oluyordu. Burun farkı Fenerbahçe'nin Denizli'de kazanamamasından dolayı oluşmuş, son haftaya lider giren Sarı Kanarya şampiyonluğu altın tepside ikram etmişti. Yıkılmıştı Aziz Yıldırım. Uzun süre ortalarda görünmedi ve hatta istifa ettiğini açıkladı. Ancak taraftar baskısına kayıtsız kalamayarak geri dönüyor, 100. yıl kadrosu için kolları sıvıyordu.
O yıllarda Aziz Yıldırım, flaş yabancı transferlerle yetinmiyor bir de Türkiye U23 milli takımındaki tüm öne çıkan isimlere imza attırmayı başarıyordu. Her ne kadar yıldız adayı olarak gelen bu isimlerden pek çoğu istenileni veremeden gönderilmiş olsa da aralarından Tuncay Şanlı sivriliyordu. Önce çocukluk aşkını 100. yılında zafere taşıyor ardından soluğu Ada'da alıyordu. Yurt dışına oyuncu ithal etmekte zorlandığımız günlerde Tuncay, Premier Lig'in yolunu tutmuştu. Genç yıldızla yollar kırgın şekilde ayrılsa da 100. yıl şampiyonluğunun keyfini kaçırmaya yetmemişti bu veda. Nasıl yetebilirdi ki zaten. Düşünün bir kulüp futboldan, basketbola, voleyboldan, atletizme, kürekten, masa tenisine kadar yarıştığı her dalda kadın-erkek fark etmeksizin şampiyon oluyor, ezeli rakiplerini her karşılaşmada mağlup ediyordu. Bu gurur Fenerbahçe'nin ve bunu sağlayan Aziz Yıldırım'ındı.
Mayıs 2007 Fenerbahçe'nin tepe noktasıydı desek yanlış olmaz. Keza o günden sonra başlayacak düşüş kendisini sessiz ve derinden hissettirecekti. Brezilyalı futbol efsanesi Zico yönetiminde kazanılan şampiyonluğun ardından ertesi sezon belki kupa alınamayacaktı ama yine de harika günler yaşanılacaktı. Öyle ki uzun yıllar Avrupa'da adını duyuramayan Fenerbahçe, Şampiyonlar Ligi'nde fırtınalar koparttı. Sırasıyla Inter, PSV Eindhoven, CSKA Moskova ve Sevilla dize getirilmiş kulüp tarihinde ilk kez çeyrek final vizesi alınmıştı. Mourinho'nun ürkütücü Chelsea'si bile Kadıköy'ün çimlerine gömülürken yarı finale çıkma şansı son anlara kadar kovalandı.
Uzun yıllar denenip başarıya ulaşan Güney Amerika ekolünün ardından dönemin Avrupa Şampiyonu teknik direktörü Aragones ile İspanyol esintisini yaşamak isteyen Fenerbahçe umduğunu bulamadı. Bolca para harcanan Daniel Guiza saç baş yoldururken, ertesi yıl eski göz ağrısı Daum'a dönmüştü Aziz Başkan. Ali Koç döneminde de izleri görülen "Eskiye rağbet akımı"nın başlangıcı olmuştu bu hamle. Daum takımı kısa sürede toparlayıp zirveye ortak etmişti etmesine ama" Son anda kaybeden hoca" olma özelliğini sürdürdü. Son haftaya lider giren Fenerbahçe yine sürpriz şekilde kazanamamış ve şampiyonluk Bursa'ya gitmişti. Aziz Yıldırım başta olmak üzere camia bir büyük şok daha yaşarken literatüre "Timsaha Yatmak" deyimini kazandıran o trajikomik hadise gerçekleşti.
Kabullenmesi kolay olmayan bu hadiseyi de fazla zedelenmeden atlatan Fenerbahçe için 2010-11 sezonu muazzam şekilde noktalanmıştı. Fakat bu nokta için tam tamamına 10 yıl boyunca virgül koydu koca çınar. Kazanılan şampiyonluğun sevinci henüz tazeliğini korurken 3 Temmuz olayı patlak verdi. Şike soruşturması kapsamında başkan Aziz Yıldırım ve birkaç yönetici hüküm giymiş, şampiyonun kim olduğu muallakta kalmıştı. Trabzonspor taraftarı başta olmak üzere bugün bile çoğu futbolsever o sezonun şampiyonunu tanımıyor. Küme mi düşürülecek, puanı mı silinecek" dedikoduları arasında önemli yıldızlarını kaybetmiş şekilde sezona giren Kanarya, yine de sezonun son maçında şampiyon olabilecek şansı yakalamıştı. Tarihin en heyecanlı Süper Lig maçında yıllardır evinde yendiği Galatasaray'ı bir kez daha yenebilse şampiyon olacaktı ama o olmadı. 6 yıl içinde üçüncü kez travmatik bir final daha kaybetmişti Fenerbahçe.
Aziz Yıldırım'ın demir parmaklıklar ardında takip ettiği 1 yılın ardından tekrar statlardaki yerini alabildiği 2012 sonbaharında bu kez sarsıcı bir başka olay vuku buldu. Tam 8 yıl boyunca hem oynadığı oyun hem de karakteriyle taraftarın gönlüne giren Alex de Souza ile yollar ayrılmıştı. Takımın teknik patronu Aykut Kocaman sistemine uymadığı bahanesiyle Alex'in gönderilmesini talep ederken, bir dönem taraftarın protestolarına karşı yıldız oyuncusuna siper olan Aziz Yıldırım da bu isteği geri çevirmedi. "Doğru mu Samet" olarak zihinlerde iz bırakan Alex-Aziz Yıldırım gerginliğinin ardından taraftar bu kez başkanın karşısında saf tutmuştu. Bir kaç ay önce cezaevi çıkışında omuzlarda taşınan Yıldırım, bu hareketiyle milyonlarca taraftar desteği kaybetti.
Çalkantılı bu başlangıca karşın sezon özellikle Avrupa arenasında güzel devam etti. Uefa Avrupa Ligi'nde ilk kez yarı finale kadar yükselen Aykut Kocaman'ın öğrencileri Türk halkına heyecanlı geçen Perşembe geceleri armağan etti. Benfica eşleşmesinde atılacak 1 fazla gol Uefa Kupası için final anlamına gelecekti ama olmadı. Lig şampiyonluğu Galatasaray'ın olurken 30 yıl sonra kazanılan Türkiye Kupası bir lanetin ortadan kaldırılması anlamı taşıdı.
Taraftarlarının son kez mutlu olabildiği 2014 yılında ise adeta yürüye yürüye şampiyonluğa gitti takım. Ersun Yanal sözleşme imzaladığı gün ne vaad ettiyse gerçekleştirmiş, kazanırken keyif veren bir takım ortaya çıkarmıştı. Normal şartlarda herhangi bir takım bu şekilde şampiyon olsa hocanın elde edeceği kredi maksimum 3 yıllık olurdu ama Aziz Yıldırım Fenerbahçe'sinde işler öyle yürümüyordu. Şampiyonluk töreninde eline mikrofon alarak Alex tezahüratı yapan taraftarları azarlayan efsane başkan, Ersun Yanal'ı daha lig başlamadan göndermişti. Gerekçe ise hocanın özel hayatına dayanıyordu. Yıldırım, kazanılan şampiyonluğu daha fazla sahiplenmek adına rayında giden treni yoldan çıkarmıştı. Günden güne kulübü dikta rejimiyle yönetmeye başlayan, camianın huzurunu kaçıran bir figüre dönüşen Aziz Yıldırım'ın yeni icraati Yanal'ın yerine teknik direktörlük deneyimi kısıtlı olan İsmail Kartal'ı takımın başına geçirmekti. Kartal'ın iyi niyetine rağmen bir önceki sezonun yerinde yeller esiyordu. Yine de Trabzon yakınlarında gerçekleşen otobüs saldırısı olmasa işler daha farklı gelişir miydi diye sormadan edemiyor insan. Fakat realitede hüzün vardı. Dördüncü yıldızı takabilmek adına lige başlayan Fenerbahçe bu ünvanı Galatasaray'a kaptırdı.
2015 yazına transfer taarruzu damga vurdu. Koltuğunun artık sallantıda olduğunu hisseden Aziz Yıldırım, kesenin ağzını ardına kadar açarak dünyaca ünlü 2 isim Van Persie ve Nani'ye sarı lacivertli formayı giydirdi. Amaç 2000'lerin ortalarındaki gibi rakiplere korku salacak, psikolojik üstünlük kuracak bir takım oluşturmaktı. Ancak bu kadronun başına getirilecek isim Vitor Parreira mı olmalıydı emin değiliz. O güne dek pek de tanınmayan Portekizli hoca, yıldızlarla dolu kadroyu yönetmekte sıkıntı çekti. Her ne kadar puan anlamında bir çok yılı geride bıraksa da Şenol Güneş ile iyi bir sinerji yakalayan Beşiktaş'ı geçmeyi başaramadı. Şampiyon olup Devler Ligi'nden gelecek paralar ile açığı kapatmayı planlayan Aziz Yıldırım yönetiminin oynadığı bu kumar tutmayınca maddi kriz ayyuka çıktı. Öyle ki tecrübeli teknik adam Dick Advocaat'ın eline Vitor'unkine nazaran zayıflamış bir kadro teslim edildi. Zaten yıllardır çözülemeyen sorun da buydu: İyi kadro-kötü hoca tercihi ya da İyi hoca tercihi-kötü kadro. Halbuki erkek basketbol takımına kurulan kadro ve başına getirilen Obradoviç gibi güzel bir örnek de vardı hem de sonu Avrupa şampiyonluğuyla biten.
Ekonomik sıkıntıları aşamadığı için kadroyu güçlendiremeyen Aziz Yıldırım, çareyi yine denenmiş ve tutmuş bir formül üzerinden aradı: Aykut Kocaman. Seçimin yapılacağı sezonda şampiyon başkan olarak sandığa gitmek isteyen Yıldırım, camianın içinden gelen Aykut Hoca ile yarışa bir şekilde tutunsa da sonunu getirecek kudreti gösteremedi. Son düdüğe kadar potada olmasına rağmen camia şampiyonluk havasına bir türlü giremedi. 4 takımın çekiştiği sezonda rakiplerin taraftarları ilgiyi eksik etmezken, Fenerbahçe seyircisi tribüne gitmeyerek, gidenlerse protesto gösterisi yaparak niyetini belli etti. 20 yıllık iktidara baş kaldırı gibiydi yaşananlar. Özellikle sosyal medyada çığ gibi büyüyen Ali Koç beklentisi sandıklara da sirayet etti.
Gelmiş geçmiş en gergin, en sansasyonel kulüp seçimini kazanan Ali Koç olunca bir devrin sonu geldi. 1 oy farkla çıktığı koltuktan 10 bini aşkın oyla indirilmişti Aziz Yıldırım. Yaşanacaklardan habersiz taraftar mutlu, gelecek adına umutluydu. Ancak hakikat hiç de sanıldığı gibi olmayacaktı. Kaybolan yıllara ithafen akıllarda eski güzel hatıralar ve kulaklarda çınlanan o güzel melodi: "Şimdi bana yeniden ister misin deseler, tek bir söz bile söylemeye hakkım yok."
Yorumlar
Yorum Gönder