Bugünlerde adlarını ulusal lig yarışında zirvede, Şampiyonlar Ligi'nde ise zirve mücadelesi içerisinde görmeye alıştığımız Bayern Münih ve Paris Saint Germain, hayatın şimdiye nazaran biraz daha yavaş aktığı, futbolun farklı formatlarda oynandığı 1996 yılının mayıs ayında birlikte Avrupa Kupası kazanmanın sevincini yaşıyordu. Son haftalarına önde girdikleri Bundesliga ve Ligue 1'de, şampiyonlukları rakiplerine teslim ettikleri günleri yaşıyor olmalarına rağmen, Kupa 2 ve Kupa 3 mutlu etmeye yetiyordu Paris ile Münih sokaklarını. Tarih sayfalarında kalıp, yavaş yavaş unutulmaya yüz tutan Kupa Galipleri Kupası, PSG tarafından Rapid Wien'e karşı kazanılırken, sonraları "Adı Sevilla Kupası'na çevrilsin" tartışmaları yapılan UEFA Kupası'nı Bordeux'u eleyen Bayern Münih müzesine götürüyordu. Bu final aynı zamanda son Alman-Fransız finali olarak kayıtlardaki yerini almıştı. Geçen 24 finalsiz yılın ardından bu kez adeta yılların acısını çıkarıyor gibi 2 ülke. Zira finalin adını Almanya-Fransa yapmadan hemen önce, "Yarı finalleri de biz oynar, siz izlersiniz" mesajı verdiler tüm Avrupa'ya.
Teknoloji, politika, sanat, tarih, edebiyat, spor... Hayata dair pek çok alanda birbirine rakip olan 2 büyük ülke Almanya ve Fransa, konu futbol olunca özellikle kulüpler düzeyinde gölgesinde kaldı adı "i" harfiyle başlayan diğer 3 futbol ülkesinin. Milli takımlar düzeyinde Almanya hepsinin hakkından gelmesini bildi bilmesine ama kulüp bazında Bayern Münih'e takviye kuvvet gönderemedi çoğu kez. Avrupa'da Almanların lokomotifi olan Bayern, Bundesliga'yı da öyle bir forse etti ki, daha sezonun ilk düdüğü çalınmadan şampiyonun kim olacağının bilindiği sezonlar bile yaşandı özellikle son 25 yılda. Bayern olmasa çok daha keyifli bir lig olabilirdi Bundesliga. Zira Bayern'in biraz kötü olduğu sezonlarda ortaya çıkan şampiyonluk yarışları, Premier Lig, La Liga, Serie A'yı aratmaz kalitedeydi. Zaten seyircinin en vefakâr olduğu, atmosferi en yüksek liglerden biriydi hep. Fransa ise sıkıcı bulunan ligini sevdiremedi çoğu futbolsevere. Liginin az izlenmesinin diğer bir sebebi de Şampiyonlar Ligi'nde hiçbir zaman söz sahibi olamamasıydı. Son yıllarda giren Katar sermayesi rekabeti öldürmüştü Fransa'da. Oysa PSG arayı bu kadar açmadan hemen önceki 4 sezonda 4 farklı şampiyon, onun öncesindeki 7 yıllık Lyon hanedanlığından önce ise tam 9 sezonda 9 farklı şampiyon görmüştü namı diğer "Horozlar". Dünya Kupası ve Avrupa Şampiyonası'nda en fazla yarı finalde eşleşen bu 2 ülkenin devler liginde son finalini bulmak için takvim yapraklarını 44 sene önceye, 1976 yılına çevirmek gerekiyor. Gerd Müller, Franz Backenbauer, Karl Heinz Rummenige gibi efsaneleriyle döneme damgasını vuran Bayern Münih, o zamanlar da tıpkı şimdiki gibi ateş ediyor ve karşısına gelen dönemin güçlü Fransız şampiyonu Saint Ettien'i tek golle devirerek üst üste 3. Şampiyon Kulüpler Kupası'nı kucaklıyordu. 1970 yılında kurulan Paris Saint Germain ise henüz 6 yaşında minik bir Fransız kulübü olarak izliyordu 50. yaşında karşısına çıkacağı rakibini.Bir yanda daha önce maaş ödeyerek bünyesinde barındırdığı efsane oyuncularını yönetimine alıp, yeni maaş alacak personelleri bu futbol aklıyla belirleyen ve buram buram kulüp kültürü kokan Bayern Münih, diğer yanda logosuna bile koyduğu şehrinin en ünlü tarihi yapısına ve turistik özelliklerine sırtını dayayan ve bu sayede Katar sermayesiyle düşüşe geçmiş kulüp profilini yükselten Paris Saint Germain. Futbolun iş adamları tarafından yönetilmesinin olağan karşılandığı bir dönemde Bayern Münih, gelenekçi çizgisinden ödün vermeden yoluna devam ediyor. Başka bir örneğine rastlanmayacak bir yönetim şekli onlarınki. Zira bu kulübün futbol aklını yönetebilmek için zamanında bu kulübün maaşlı bir çalışanı olmanız, özgeçmişinizin çalıştığı yerler kısmında en az bir sene Bayern Münih adı yazması isteniyor. Eski futbolculardan Franz Backenbauer ile başlayan bu süreç Uli Hoeness, Karl Heinz Rummenige, Hasan Salihamidzic, Oliver Kahn, Christian Nerlinger gibi efsanelerin kulüp yönetiminde etkin şekilde rol alması, başka isimlerin de daha göz önünde olmayan mevkilerde görev almasıyla devam ediyor. Aynı sistemi teknik direktörlük konusunda da uygulamak isteyen Fc Bayern, başarısızlıkla sonuçlanan Jürgen Klinsmann ve Niko Kovac tercihlerinden sonra hedefi tam on ikiden vurmuşa benziyor. Futbolculuğuyla Bayern efsaneleri arasına girmemesine rağmen bu formayı bir dönem sırtına geçirmiş isimlerden olan Hansi Flick, geldiği günden beri bir takım nasıl şaha kaldırılır dersi veriyor izleyenlere.
14 Ağustos akşamı Lizbon'da yaşanan olay muhtemelen bundan 50-60 yıl sonra da futbol konuşulan bazı ortamlarda bahsi geçecek türdendi. En az kendisi kadar köklü bir geçmişe sahip, devler arenasında en önemli rakiplerinden biri olan Barcelona'yı 8-2 gibi dehşet verici bir skorla mağlup ettiği maç Bayern'in futbol tarihine geçen gövde gösterisiyle neticelendi. Ne de olsa Thomas Müller gibi futbol otoritelerinin bir kalıba oturtamadığı bir adam vardı ellerinde. Tıpkı 2014 yazında Almanya milli takımının Brezilya karşısında olduğu gibi. Bitmek bilmeyen bir hırs, tarifi mümkün olmayan bir doyumsuzluk, rakibi zor duruma düşürmekten haz duymak Müller ve Almanlardaki. Tabi bunda Allianz Arena'daki istisnasız her maçta skor ne olursa olsun maç boyunca durmak bilmeden bayrak sallamayı sürdüren Bayern taraftarının da doyumsuzluğunun etkisi var. Sanki ikinci dünya savaşında öldürmeye adanmış bir Nazi subayının futbol dünyasındaki zararsız karşılığı gibi bir kimlik.
Çeyrek finali Atalanta karşısında son 2 dakikada bulduğu 2 golle geçmeyi başaran Paris Saint Germain, finaldeki rakibi Bayern'in, 1999 finalindeki Manchester United'a kaybedişine bir gönderme yapıyor gibiydi. Fransa Kupası finalinde sakatlanan ve beklenenden önce iyileşen Mbappe, Atalanta karşısında son yarım saat oyuna giremese bugün Katarlı yatırımcısı da "Benden bu kadar" deyip, çekildiğini açıklayabilir ve yeniden yapılanma yoluna giden Parisliler, bu hafta sonu başlayan Fransa Ligi 20-21 sezonunda orta sıra mücadelesine girişebilirlerdi. Sert geçen Atalanta maçı sonrası yarı finalde karşılarına gelen Leipzig helva gibi bir etki yarattı. Karşılarına gelmesi beklenen Atletico Madrid'in elenmesiyle, yarı finali Ligue 1 maçına yakın kıvamda oynayan Paris Saint Germain, ezeli rakibi Lyon'un Bayern karşısındaki etkili başlangıcıyla umutlanıp Fransa finali hayali kurmaya başlasa da hevesleri kıran Gnabry ve arkadaşları oluyordu. 8-2 sonrası biraz rehavet etkileri gözlemlenen Bavyera ekibi, kendi standartlarının epey altındaki bir oyuna rağmen 3-0 gibi net bir skorla finale kalabiliyordu.
Tarihin ilk ve dileriz tek seyircisiz Şampiyonlar Ligi finaline Lizbon'da çıkarken kâğıt üzerinde Bayern, rakibinden daha ağır basıyordu çoğu kişiye göre. Ne de olsa böyle bir finalde PSG ilk kez boy gösterirken, tam 11. kez yere seriliyordu Bayern bayrağı seramoni sırasında. Her finalde görmeye alışkın olduğumuz bayrak tutan çocuklar, Şampiyonlar Ligi logosunu sallayan görevliler yoktu belki ama o muhteşem müzik yankılanıyordu Estadio da Luz Stadı'nda. Dengede başlayan maça beklenilenin aksine ağırlığını ilk koyan taraf Paris Saint Germain olurken, Bayern Lyon maçının başlarındaki halinden dem vurup, Niko Kovac yönetiminde sezon başındaki özgüveni düşük günlerinden kesitler sunuyordu. Kanat bindirmelerini sıklıkla görmeye alıştığımız Alphonso Davies, genç yaşında finalde olmanın heyecanından olsa gerek pek ileri çıkamazken, Kehrer ve Di Maria'lı kanat akınlarını engellemekte de zor anlar yaşadı. Diğer taraftaki daha tecrübeli Kimmich, Davies gibi beklentileri karşılayamasa da bu 2 oyuncudan gelen sınırlı sayıdaki ortaları yine de gol pozisyonuna çeviren bir Lewandowski vardı. Biri kale direği, biri de kaleci Navas tarafından önlenen bu 2 şut haricinde ilk 45 dakikada Almanları heyecanlandıran tek akın son anlardaki Koman'ın penaltı beklediği pozisyon olarak kaldı akıllarda. Buna karşın Neymar, Mbappe ve Di Maria ile net pozisyonlar üreten Fransızlara karşı Neuer kalkan oluyordu. Thomas Müller'in etkisiz oynadığı ilk yarıda, Davies sarı kartı cebinde oynarken bir de ana planın olmazsa olmaz isimlerinden Boateng sakatlanıp bu sezon az süre alan Süle oyuna girince ibre biraz daha PSG tarafına kayar gibi oldu olmasına ama onların da en büyük handikapı pandemi sonrası sözleşmesi biten Cavani gibi bir golcünün yerini sahte 9 olarak kullandıkları Neymar ile doldurmak zorunda kalmalarıydı. Atalanta maçındaki etkisiz görüntüsü nedeniyle Tuchel'den kesik yiyen Icardi olsa belki üretilen pozisyonlardan biri gole dönüşebilirdi ama Tuchel onu Chupo Moting'den bile önce düşünmedi bu maç için. "Ah keşke orada ben olsaydım, böyle mi olurdu" diye düşünmüştür belki maçı izlerken Cavani. Hatta bu finali hiç oynayamayan ama bu takımın vitrine çıkmasında öncülük eden Zlatan da maçı izlerken dövünmüştür kaçan fırsatlara.
Bu sezon devler liginde bırakın kaybetmeyi sadece gruplardaki Tottenham ve Olympiakos maçlarında geriye düşen, toplamda 14 dakika geride oynayan Alman panzerini devirebilmek için öne geçmesi gerekirdi PSG'nin ama bunu başaramadı. İkinci yarıyla birlikte topa daha fazla sahip olan, orta saha üstünlüğünü eline geçiren Bayern karşısında ilk yarı bulduğu kontraları da yakalayamayan bir Paris izledik. Nitekim gol de bu oyun üstünlüğünün neticesinde kazanılan bir serbest atış sonrası geldi. Savunma arasından çıkıveren Koman attığı golle kendi vatandaşlarını üzerken, milyonlarca Alman'ı gururlandırıyordu. Golden hemen sonra bir de Lewandowski ile pozisyona giren Bavyeralılar, rakibinin tüm umutlarını bitirip o dakikadan sonra işi şova dönüştürebilirdi ama Kimpembe bu kadarına müsaade etmeyecekti. Kalan dakikalarda Mbappe'nin ıskaladığı top ve Marquinhos'un Neuer duvarına takıldığı pozisyonlar hariç önemli atak yoktu ama heyecan son saniyeye kadar devam etti.
En nihayetinde son düdük çaldığında bitmez denilen, salgın nedeniyle uzun süre yarıda kaldı gözüyle bakılan, türlü önlemlerle, çeşitli farklılıklarla devam eden, 25 Haziran 2019 günü San Marino'daki ön eleme turuyla başlayan 2019-2020 sezonu, 20-21 sezonuyla da çakışarak tam 14 ay sonunda Lizbon'da sona erdi. 11 maçta 11 galibiyet alarak tarihte bunu başarabilen ilk takım olan Bayern Münih her ne kadar finalinde zorlansa da anasının ak sütü gibi helal bir kupa kazandı. Barcelona'ya 8, Tottenham'a 7, Kızılyıldız'a 6, Chelsea'ye 4, Lyon-Olympiakos-Tottenham-Kızılyıldız'a 3, Olympiakos'a 2 atan Kırmızı-Beyazlılar, Paris Saint Germain'i de 1 golle uğurluyor, kalan tek eksik sayı olan 5 ile rakiplerine el sallıyordu. Kazandığı 6. Şampiyonlar Ligi kupasıyla 6 UEFA Kupa'lı Sevilla ile Süper Kupa oynamayı hak kazandıklarını düşünürsek belki serinin eksik kalan parçası 5 golü de onlara atabilirler. Yeri geldiğinde Şampiyonlar Ligi'ni bile küçük düşürebilecek istatistikler ortaya koyabileceğini ispatladı çünkü üstün Alman teknolojisi. Grup maçları dahil 11 maçta atılan 43 gol, maç başına tutturulan 3,9'luk gol ortalaması bırakın futbolun en üst seviyesini, futbolu ikinci iş olarak yapan yarı profesyonellerin oynadığı liglerde bile görülemeyecek boyutta bir istatistik. Hatta bazen öyle kıran kırana geçen halı saha maçları oluyor ki 4 golü geçemeyen takımlar bile olabiliyor. 2013 ekim ayında oynanan ve 2-2 beraberlikle neticelenen Juventus-Galatasaray maçından bu yana geçen 7 yılda Türk futbol takımlarının Şampiyonlar Ligi'nde attığı gol sayısı kadar golü, bölük pörçük oynanan hızlandırılmış tek bir sezonda attı dersek, Bayern'in 43 golünün neler ifade ettiğini anlayabiliriz. Hem de bu takımın temmuz ayından ağustos ayına kadar resmi maç oynamadan, yarı tatil yarı idman şeklinde bir dönemden geçtiğini de unutmayalım. Sezon boyunca atılmış 159 resmi golün 55'ine imza koyan Lewandowski, attığı gol sayısı olarak geçemese de ortalama olarak Ronaldo'yu geride bıraktı 15 Şampiyonlar Ligi golüyle.
Ne mutlu ki bundan 40 sene sonra bile hatırlanacak, videoları dönemin gençleri tarafından paylaşılacak bu takımı canlı şekilde, bire bir takip edebildik. Keşke salgın hiç olmasa ve dolu tribünler önünde İstanbul'daki finalde izleyebilseydik bu takımı diye hayıflanırken 2021 Mayıs'ı için heyecanlanmaya şimdiden başlıyoruz. Kim bilir belki daha efsane bir sezon ve daha efsane bir final geliyordur. Ne de olsa tarih tekerrürden ibarettir ve 2005 finali tekerrür etmek için o günü bekliyordur.
Yorumlar
Yorum Gönder