Özellikle düzenli şekilde halı saha maçı oynayan sporsever kitlenin yaşadığı bir durumdur diz yaralanmaları. Kanayan kısım tam düzeliyor derken yeniden aynı yere alınan darbeler nedeniyle bir türlü yara kabuk bağlamaz, diz kolay kolay düzelmez. Son yıllarda Türk futbolu için de bu benzetmeyi yapmak mümkün. Eski dönemlere nazaran günden güne eriyen ülke futbolunda yaralara çare olabilmek adına türlü değişimler yapılmak istense de yara kabuk bağlayıp, iyileşemiyor. Çok uzaklara değil sadece geçtiğimiz Kasım ayına döndüğümüzde bile ortada başka bir futbol iklimi vardı. Örneğin üç büyük kulübün teknik direktörleri bile farklıydı. Yıllarca manşetlerde göremediğimiz "İstifa etti" cümlesine farklı özneler eklenir oldu. Önce Federasyon başkanı, ardından Merkez Hakem Kurulu ve sonrasında iki kulüp başkanı istifa ettiğini açıklarken Galatasaray'da Burak Elmas yönetimi ibra edilmedi. 13 hakemin neden görevden alındığına cevap bulunamadan onları atayanların da istifa etmesi futbolumuz üzerinde dolaşan kara bulutları daha da arttırdı. Peki neden? Bu istifalar tesadüf mü? Yoksa geçtiğimiz günlerde meclisten geçen "Yeni Spor Yasası" ile bir bağlantısı var mı? Kulislerde konuşulanlara göre önümüzdeki günlerde artçılarını hissedebileceğimiz istifa depremlerinin kırılan fay hatları mıydı bunlar diye sormadan edemiyoruz.
Onaylanan yeni yasaya göre artık Türkiye'deki tüm spor kulüpleri dernek statüsünden çıkıp, Spor Bakanlığı'nın denetimine girecek. Kulüp yöneticilerinin adının karıştığı evrakta sahtecilik, bahis şikesi, usulsüz transfer ve benzeri olaylar bizzat devlet tarafından kişileri cezalandıracak şekilde uygulanabilecek. Mevcut düzende seçimle gelen başkan tarafından yönetilen kulüpleri değişen yönetim sonrası sancılı günler bekleyebiliyordu. Kendi döneminde camia desteğini arkasına alabilmek adına kulübün parasını çar-çur edip arkasında yüklü miktarda borç bırakan başkanlar içinde bulunduğumuz sıkıntılı günlerin baş sorumlularıydı. Üstelik seçilemedikten sonra borca soktukları kulüplerinden alacaklarını tahsil etmekten gocunmayan başkanlar gördü Türk sporu. Ancak yürürlüğe giren yeni kararların ardından bu tarz durumların önüne geçilmesi planlanıyor.
Yönetimler artık her harcamasını Spor Bakanlığı'na bildirmekle sorumlu tutulacağı için sıkça yaşanan menajer transferlerinde usülsüzlük dedikodularının bitmesini temenni ediyoruz. Alacağı komisyon yüzde 5'i geçemeyeceğinden artık menajerler için yolunacak kaz olmayacak Türk takımları. Tabi menajerler vasıtasıyla kendi kasasını da dolduran yöneticiler engellenmiş olacak.
Kulüp üyeliği belli zümrelerin egemenliğine giremeyeceği için genel kurullar daha kalabalık şekilde yapılabilecek. Örneğin Galatasaray seçimlerinde oy kullanabilmek için liseli olma şartı ortadan kalkacak. Taraftarın yönetimde söz sahibi olmasının yolu biraz daha aralanıyor. Ayrıca seçimler online olarak da yapılabilir hale getirileceği için kulüp üyeleri evinden oy kullanabilir hale gelecek. Bu da daha fazla oya ihtiyaç duyan başkanları ortaya çıkarabilir.
İşin en can alıcı kısmını sona sakladık. Artık kulüplerin rahatlıkla satışa çıkarılabilmesinin önü bu yasayla beraber açılmış oldu. Bir kaç istisna hariç kulüplerin tamamına yakını dernek statüsünde kurulduğu için yani tek bir kişiye ait olmadığından tüzüklerinde yer alan maddelere istinaden satışa çıkarılamıyordu. Bunu bir örnekle açıklamak gerekirse Cumhuriyet ile yönetilen ülkeleri verebiliriz. Cumhuriyet rejiminde devlet herhangi bir kişiye ait olamayacağı gibi dernek statüsündeki kulüpler de kişilere ait olamıyor. Tıpkı belirli kriterlerle yapılan seçim sonucuyla başa getirilen kişilerin bir süreliğine devleti yönetme hakkına sahip olması gibi kulüplerde de başkanlık sistemi uygulanıyor. Dolayısıyla seçimle gelen başkan ya bir başka seçimle yoluna devam edebiliyor ya da kaybettiği seçimin ardından görevini yeni gelene devrediyor.
Kulüplerin dernek statüsünden çıkarılması ve bununla beraber satışa sunulabilmesinin de önü iyiden iyiye açılıyor. Kısa süre sonra yurt içi ve yurt dışından pek çok dolar milyarderinin satın almak için yarışacağı bir pazar haline gelebilir ülke futbolu. Her ne kadar son yıllarda geriye giden bir futbol ülkesi olsak da satışa çıkarılan kulüplerimize ciddi talipler gelebilir. Müslüman ağırlıklı bir nüfusa sahip toplum olmamız nedeniyle petrol zengini Arap sermayedarların ilgisine maruz kalmamız söz konusu. Katar başta olmak üzere Orta Doğu ülkeleriyle giderek artan dirsek temasımız Bein Sports'un ardından kulüp satın almalarına da sıçrayabilir. Döviz kurlarındaki artışla birlikte Avrupa ve Amerikalı yatırımcıların ilgisini çekme ihtimali eskiye oranla daha fazla. Neticede büyük İngiliz kulüpleri fahiş fiyatlara yeni sahiplerine satılırken orta ölçekli Premier Lig ekipleri için bile oldukça sağlam bir kasa gerekiyor. Oysa daha az bir bütçeyle zirve adayı Türk takımlarına yönelmek cazip gelebilir. Geçmişte iyi kadrolar kurulduğunda Avrupa'da ses getiren takımlarımız olmuş, dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşayan Türkler sayesinde bazı deplasman maçlarını bile kendi evimizde gibi oynamıştık. Nüfusu pek çok Avrupa ülkesinden fazla olan Türkiye, haliyle tuttuğu takımında ışık gördüğünde ona para harcayabilecek kitlelere de sahip. Örneğin nüfusu 10 milyondan az Balkan ülkelerinde bu işe soyunmak yerine 80 milyonluk Türkiye'de yatırım yapmak daha avantajlı. Göztepe-Abramovic haberleri şimdilik yalanlanmış olsa da önümüzdeki günlerde yeni gelişmelere hazırlıklı olmak gerekiyor.
Gaziantep FK, örneğinde olduğu gibi Spor Kulübü kimliğinden ayrıştırılmış sadece Futbol Kulübü'ne dönüşen, diğer branşlarla bir bağı kalmayan yapılar oluşabilir. Kasımpaşa, Başakşehir, Karagümrük, Göztepe, Altınordu ve Adana Demirspor yakın geçmişte kulüp satışına çıkarılıp, sermayedarlar tarafından yönetilmeye başlayan ve eskiye nazaran daha başarılı hale gelen ekiplerdi. Yakın zamanda bu sayının artacağı aşikâr. Hele bir de 4 büyüklere sirayet ederse satış konuları Türk futbolunun ekseni değişebilir.
Bir kişi ya da kurum tarafından satın alınan kulüpler iyi idare edilebilirse eski halleriyle kıyaslanmayacak seviyelere çıkabiliyor. Manchester City, Paris Saint Germain gibi para akışının ardından zaferlere doymayan kulüplere rastlamak da mümkün, Anzhi ve Malaga gibi ekiplerin başına geldiği gibi kötü bir yatırımcı sayesinde tepetaklak olup gitmek de. Her sermayederin asıl amacı kendi servetini ve bilinirliğini arttırmak olduğu için işlerin yolunda gitmemesi durumunda kulüpten bir anda elini çekebilecek yetkiye sahip olması işin riskli tarafı. Nitekim Abramovic'in ardından Chelsea'yi nasıl bir serüvenin beklediğini zaman gösterecek. Her ne kadar geçtiğimiz yıl kurulması engellense de yeni hazırlıklar peşinde olduğu bilinen Avrupa Süper Ligi projesi bir şekilde hayata geçtiği takdirde futbolun izleyeceği yeni güzergahta söz sahibi olabilmek istiyorsak, kulüplere seviye atlatacak satışların da önünde fazla durmamak gerekiyor. Tabi bu sisteme geçerken dizginleri tamamen satın alan kişilere bırakmayan Alman modelini uygulayabilirsek başarılı bir kurumsal yapının oluşmasını sağlayabiliriz.
Yorumlar
Yorum Gönder